Kadınlar her gecen gün iş hayatına daha fazla katılıyor; büyüklü küçüklü şirketlerde önemli pozisyonlarda varlıklarını güçlendiriyorlar. Henüz kadınların rahatlıkla çalışabilmesi için her anlamda uygun ortam yaratıldığını söylemek çok gerçekçi olmasa da bu konuda ciddi değişimlerin yaşandığı da inkar edilemez. İşyerlerinde maaş farklılıklarına, farklı tutumlara kimi zaman ise ayrımcılığa maruz kalan kadınlar kendi işlerini açmak için mücadele vermeye yöneliyorlar.
Önerilen İçerik: İş Yerinde Siz, “Siz” Değil Misiniz?
Erkeklerin hakim olduğu girişimcilik dünyasında ayakta kalmanın kendine göre zorlukları olsa da girişimciliğin kadınlar için çok büyük avantajlar sunduğu düşünülüyor. Özellikle geçtiğimiz beş sene içerisinde kadın girişimcilerin sayısının dünya genelinde ciddi oranda artması bu söylemleri doğruluyor.
Kadınlar için girişimcilik en doğru kariyer alternatifleri arasında gösteriliyor. Girişimciliğin kendine has dinamikleri kadınların rahatlığını ve konforunu destekliyor. Kadınların girişimciliği seçerek mutlu olabileceklerini belirten uzmanlar bu savlarını üç kanıta dayandırıyorlar.
Kadınların iş birliği üzerine kurulmuş bir iş ortamında kendilerini çok daha iyi ifade edebilecekleri düşünülüyor. Linklaters’da avukatlık yapmış olan Dana Denis-Smith kadınların iş ortamına uyum sağlayabileceğini ancak bunu girişimciliği tercih edip; kendi iş kültürünü oluşturarak daha verimli yapabileceklerini savunuyor.
Ortak amaç doğrultusunda hareket edebilen, rekabetçi ama aynı zamanda iş etiği çerçevesinde çalışan kadınlar başarılı girişimciler arasında yer alabiliyor. Girişimciliği seçerek seçme özgürlüğünü de kültür oluşturma imkanını da ele geçiren kadınlar iş hayatlarına diledikleri gibi yön verebiliyor.
İş hayatında kadınları harekete geçiren dürtülerle erkekleri harekete geçirenler farklılık gösteriyor, sanırız bu konuda hem fikiriz. Kadınlar ne kadar rekabetçi olursa olsunlar olayları daha duygusal bir şekilde ele alma eğilimi gösteriyorlar. Bu nedenle agresif hedefleri olan firmaların yöneticileri genellikle erkeklerden oluşuyor. Kadınların duygusal olmaları ve olayları farklı şekilde ele almaları onların bir eksikliği olarak düşünülse de bu yönlerinin avantajını yaşayan kadınlar bu tezi çürütmeye yetiyor.
Comp-a-Tent işletmesinin kurucusu 25 yaşındaki Amanda Campbell’in öyküsü bu duruma iyi bir örnek oluşturuyor. İçinde bulunduğu durumu değiştirmek için başladığı mücadelesinde onu harekete geçiren temel olay çadır kamplarını çok sevmesi ve kamp sonrası ortalığın çöplerle dolu olması olmuş. Bu sorunu çözmek üzere devlet desteği ile işletmesini kurup sadece bir kere kullanılıp bırakılan çadırların yeniden kullanımını sağlamak üzere girişimini şekillendirmiş. Çevre duyarlılığı onun başarılarının temelini oluşturmuş. Neden diğer kadınlar da aynı başarıyı göstermesinler ki?
Hem Dana Denis-Smith hem de Amanda Campbell kadınların girişimciliğe nasıl baktıkları ile ilgili önemli veriler sunuyorlar. Kadınların gelenekselliğin dışına çıkıp yenilikleri deneme konusunda erkeklerden daha kararlı ve tutkulu olabileceklerini gözler önüne seren örnekler giderek çoğalıyor.
Girişimcilik sadece erkeklerin ya da kadınların tekelinde olan bir seçenek değildir, yaratma tutkusundan kökenini alır, eksiklerin belirlenmesiyle birlikte dünyayı farklı bir yer haline getirebilen değişimler yaşatır. Kadınların girişimci olarak elde ettikleri başarılarının ardında; gelişmiş empati yetenekleri, değişim yaratma istekleri, tutkuları ve duygusal bakış açıları yatıyor. Onların en zayıf olarak görülen yönleri başarılarını şekillendiren altın madenleri haline geliyor. İş hayatında aradıklarını bulamadıkça, aradıkları ortamı yaratma çabaları yükseliyor. İşte bu yüzden girişimcilik, kadınlar için bir amaç olmaktan ziyade araç olmayı sürdürüyor.